top of page

İSLAMDA İBADETLER

İnanç İbadet İlişkisi

İnanç:
 İnanç, Hz. Muhammed’in Allah’tan getirdiği esasların doğru olduğunu kabul edip onlara gönülden inanmaktır. İbadet: gönülden isteyerek Allah’a kulluk etmek, saygı göstermek ve onun emirlerini yerine getirmektir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban dinimizde yer alan başlıca ibadetlerdendir. Bunların dışında onun rızasını kazanmak için yapılan tüm güzel iş ve davranışlara ibadet denir. İnanç ve ibadet İslam’ın iki temel unsurudur. Dinî hayat imanla başlayıp ibadetle devam eder. 

 

Kur’an’da imandan sonra sürekli ibadetin zikredilmesi, iman ibadet ilişkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur: “…Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de kaybedenlerdendir.” İnanç, yalnızca kalpte yaşatılabilecek basit bir duygu değildir; ancak ibadetlerle eyleme dönüşür. Düşünceden eyleme çıkmamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Salih amel ve güzel ahlakla bezenmemiş iman, toprağa dikilip bakımı yapılmamış bir fidan gibidir. Güneşten ısı, gülden koku beklendiği gibi iman eden kimseden de ibadet etmesi beklenir. Yüce Allah Kur’an’da ahiretteki kurtuluşumuz için inancın yanında ibadetin de gerekli olduğunu şöyle açıklar: “İman eden kullarıma söyle, namazı kılsınlar; alışverişin ve dostluğun olmayacağı günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan (bizim yolumuzda) gizli açık harcasınlar.” 

 

İslamiyet’te amel imandan bir parça sayılmaz. Bu sebeple iman esaslarını tasdik eden biri, ameli ne olursa olsun Müslüman sayılır. Büyük günahları işlemiş olsa bile imanla kabre giren her kişi en nihayet Cennet’e kavuşacaktır. Ebu Zerr’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle demiştir:

Mü’minlerin şeytanın desiselerine kapılmaları imansızlıktan veya imanın zayıflığından gelmemektedir. Hatta büyük günahları işlemekle bile küfre girilmiş olmaz. Mutezile ve bir kısım Haricilerin “Büyük günahları işleyen kâfir olur veya imanla küfür ortasında kalır” diye hükümleri hatadır. Çünkü şeytanlar küçük bir terkle insanı büyük tehlikelere atabilirler. Tek bir kıvılcımla ormanın yanması misali, şeytanın elinde büyük bir tahrip gücü vardır. Bu sebeple Cenab-ı Hak Ezeli Kelamında tekrarla “Gafûrü’r-Rahim” isimlerini hatırlatarak mü’minlere ümit verir ve istiğfara davet ederek şefkat kanatlarına sığınmaya çağırır.145

Büyük günahları işlemek imansızlıktan gelmese de her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kalbi karartır. Tekrar tekrar işlenen günahlar kalbe işler ve siyahlandıra siyahlandıra iman nuru çıkıncaya kadar kalbi katılaştırır.

İmam Maturidi “imanın yeri kalp, amelin yeri ise organlardır” diyerek ikisinin farklı şeyler olduğunu söylemiştir. Maturidi, iman-amel ilişkisi konusunda ayrıca şunları söylemiştir: “Cenab-ı Hak, Allah’a iman eden ve salih amel işleyen…147 ayetinde amelden ayrı olarak kişiye mü’min ismini vermiştir. Buna göre ayette, iman’dan maksat ‘kalp ile tasdik’tir. Eğer amel imana dâhil olsaydı, esaslarında neshin caiz olması gerekirdi. Hâlbuki imani hususlarda nesh caiz değildir; amele dair hükümlerde ise caizdir. Bu da imanın amelden ayrı olduğunu gösterir.”

Hakîm es-Semerkandî’nin düşüncesinde iman ile amelin farklı şeyler olmasının delilleri şunlardır: “Her peygamberin kendine has bir şeriatı, bir yolu vardır. Bununla beraber, hiç birinin imanı ötekinden farklı değildir. Dolayısıyla, Allah’ın elçilerinin imanları bir, şeriatları farklı olunca; iman ile amelin farklı şeyler olduğu ortaya çıkar… İmanda süreklilik şart iken, amel için bu durum söz konusu değildir. Bir kâfir bütün hayır ve taatleri yapsa da mü’min olamaz, çünkü amelden önce iman bulunmalıdır.”

Salih amel ve ibadetin şartı ise iman ve tevhid ile yapılmasıdır. Her ne kadar imansız amel ve ibadetin bir faydası olmasa bile din yalnız iman değildir, belki salih amel de dinin ikinci cüz’üdür. Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir… İbadetle, vicdani ve akli olan imani hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, âlem-i İslam’ın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir.

Bir Müslüman ibadetlerini yapmasa ve kula yakışır bir hayatı olmasa bile hakka taraftar olmalıdır. Çünkü İslamiyet hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyattır. Aksi halde, Kur’an’ın bir kısım hükümlerine tarafgirlik göstermeyenler “gayr-i Müslim bir mü’min” tabirine mazhar olurlar. İman ve İslamiyet bir bütündür. Ne imansız İslamiyet, ne de İslamiyetsiz iman kurtuluş sebebi değildir.

Cenab-ı Hak kâinat ve içindekilerle kendini hem tanıttırmak, hem de sevdirmek istemektedir. Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımaya çalışmak ve sevdirmesine karşı da ibadet ve ubudiyetle sevmeye çalışmak gerekmektedir. İbadetlerine dikkat etmeyen veya ihmal eden birinin Allah’a muhabbeti meselesinde ciddi bir samimiyet sorunu söz konusudur.

bottom of page